Gazeteci Göksel Göksu’nun, Ayşe Ateş ve Rakel Dink’in acılarını karşılaştırdığı yazısı sosyal medyada tepkilere neden oldu. Kullanıcılar, Sinan Ateş’in Hrant Dink ile kıyaslanmasının yanlış olduğunu belirtirken Rakel Dink’ten özür dilenmesi gerektiğini savundu. Tepkiler üzerine Ayşe Ateş, yazıyı alıntılayarak hayatının hiçbir döneminde siyasi olmadığını, Sinan Ateş’in ölümünün ardından inançlarının yıkıldığını ve insanlık ile iyilik kavramlarını öğrendiğini ifade etti. Ateş, acıya dil, din, renk sormadan tüm kadınları kardeşi olarak gördüğünü ve adalet mücadelesinin süreceğini vurguladı.
Gazeteci Göksel Göksu’nun Medyascope’a yazdığı “Birbirini yüreklerindeki acıdan tanıyan iki kadın: Ayşe Ateş ve Rakel Dink” isimli yazısı sosyal medyada çoğu kişi tarafından tepkilere neden oldu.
Sinan Ateş ve Hrant Dink’in katledilmesinin bir arada değerlendirilmesine tepki veren kullanıcılar, bu kıyaslama için Rakel Dink’ten özür dilenmesi gerektiğini belirtti.
Bu tepkilerin yanı sıra, Sinan Ateş’in faşistlerin arasındaki bir anlaşmazlık sonucu öldürüldüğünü, bugün yaşasaydı Hrant’ın katledilmesi için ‘oh’ diyeceğini, Hrant’ı hedef yapacak bir faşistin ve davasından utanmayan eşinin nasıl kıyaslarcasına yan yana getirildiği soruları soruldu.
‘GEÇMİŞTEKİ HATALARIMLA, YANLIŞLARIMLA YÜZLEŞTİM’
Bir yandan tepkiler çığ gibi büyürken Ayşe Ateş yazının paylaşıldığı gönderiyi alıntılayarak şunları yazdı:
“Siyasi bir kişilik değilim. Hayatımın hiçbir döneminde de olmadım. Sinan’ın katledildiği güne kadar mesleği öğretmenlik olan bir ev hanımıydım. Sabah okuldaki, akşam evdeki çocuklarımla geçen bir ömrüm vardı. Sinan öldürüldüğünde vekillik teklif edildi, kabul etmedim. Çünkü ben siyasetten anlamam. Bana ve çocuklarıma yaşama özgürlüğü verilsin, yeter. Bize adaleti versinler, bütün dünyalıklar onların olsun.
‘HAYAT BANA YENİ BİR ŞEY ÖĞRETTİ’
Sinan’ı sokak ortasında katlettiklerinde gördüm ki o ana kadar taşıdığımız, ömrümüzü adadığımız bütün inançlar yalanmış.
Sinan öldürüldükten sonra yaşananları takip ettim. Düne kadar “Reis” diyenlerin sessizliğini, kapısında el pençe divan duranların şerefsizliğini izledim. Sonra baktım ki geçmişte beğenmediğimiz, sevmediğimiz insanlar bizim hakkımızı almak için katillerden hesap soruyor, aldıkları tehditlere rağmen katillere kafa tutuyor. İşte o anda hayat bana bu yaşadığım acı tecrübeyle beraber yeni bir şey öğretti: Sağ, sol yok. İnsanlık var. İyilik var.
O günden sonra acıya dil, din, renk, hüviyet sormamayı kendime felsefe edindim. Geçmişteki hatalarımla, yanlışlarımla yüzleştim. En ağır öz eleştiriyi yaptım.
‘ORTAK KADER YAŞAYAN BÜTÜN KADINLAR ÖZ KARDEŞİMDİR’
Bu vesileyle şunu belirtmek isterim: Bu ülkede geçmişten bugüne benimle aynı zulme uğrayan, benzer acıları tecrübe eden, ortak kader yaşayan bütün kadınlar öz kardeşimdir.
Daha önce defalarca söylediğim gibi: Başlattığım adalet arayışı, yürüttüğüm hukuk mücadelesi adalet arayan bütün vicdanların ayak sesleridir. Korkutularak, tehdit edilerek eve hapsedilen ya da hapsedilmek istenen bütün kadınların bağımsızlık; parkta oyun oynamaya korkan bütün çocukların özgürlük mücadelesidir.
Onlar bölmek, parçalamak, yok etmek istiyorlar. Tıpkı geçmişte olduğu gibi bu siyasi cinayet de konuşulmasın diye her yolu deniyorlar. Ama nafile…
Çünkü başka çaremiz yok.
Biliyoruz: Bugün susacak, duracak, yorulacak olursak hem çocuklar için hem de kadınlar için yarın güvenilir bir tek sokak kalmayacak.
‘BU MÜCADELEDE EN ÇOK KADINLARDAN KORKUYORLAR’
Dün Sinan’ı hedef alıp katleden ve sesi herkes tarafından duyulan namluya bugün takılmak istenen susturucu, yarın başka cinayetlerin namlularının ucuna takılacak.
Bu yüzden birlik olmaya, bir arada kalmaya devam etmeli, karanlığın ürpertici siyahını “Adalet!” nidalarıyla paramparça etmeliyiz.
Bu mücadelede en çok kadınlardan korkuyorlar. Cinsiyetçi söylemleri, hakaretleri, tehditleri de bu sebeple.”